Eğer bir süredir Aikido çalışan biri değilseniz, bir antremanı ya da gösteriyi kenardan izlediğinizde ilk hissettiğiniz şey güçlü bir estetik duygusu olur. Ardından eğer bilgi sahibi değilseniz, bu estetik duygusunu yaratmak için adamların kendilerini yerden yere attıklarını düşünürsünüz. Sonra da dersiniz ki Aikido işe yaramaz, adam elini uzatıyo öteki kendini yere atıyo sırf güzel görünsün diye. Gösteri amaçlı danışıklı dövüş. Eğer bir Aikido öğrencisi iseniz, önceleri bu yorumlara çok kızar anlatmaya çaışırsınız. Hatta bazen sertlik bile yaparsınız kanıtlamak için. Sonra zamanla farkedersiniz ki Aikido deneyimdir ve insanlar genelde deneyimlemedikleri gerçekleri anlamakta zorlanırlar.Sonrada anlamadıkları gerçekler hakkında şöyle sorarlar; e şimdi aikido bilen adama yapıyoruz bu tekniği işe yarıyor ama sokaktaki adam böyle düzgün vurmaz ki. Yaradana sığınıp saldıran fikirsiz agresif vatandaşa nasıl olacak bu iş?
Yüzyıllarca süren savaşların deneyimiyle geliştirilen ve yine yüzyılların deneyimiyle öğretilen ve günümüze kadar gelen teknikleri öğreniyoruz ve öğretiyoruz. Bu teknikler, zamanında 30 kilo zırh giyen, iki elinde neşter keskinliğinde kılıçları senin çatal bıçak kullanman kadar rahat kullanan, tereddüt etmeyen, ölmek ya da öldürmek gündelik yaşantısının bir parçasına dönüşmüş olan savaşçılardan 5bin tanesinin birbirine girdiği meydanda sağ kalmayı başaranlar tarafından geliştirilmiş. Sen şimdi, kan gövdeyi götürmüş alanı geride bırakıp öğrencilerine savaş sanatını öğretmeye başlayan savaşçının gösterdiği bu teknik, bizim yumruk atarken gözünü kapatıp, dilini ısırırken bir taraftan da küfür etmeye çalışan fikirsiz agresifimiz üzerinde işe yarar mı diye soruyorsun. Seni sorunla başbaşa bırakıyorum ey insan evladı.Çünkü konumuz Aikido’nun etkili oluşu, gücü ya da tarihi kökeni değil. Konumuz bu kadar güçlü ve etkili bir savaş sanatının izleyen insanlarda huzurlu bir uyum, bir estetik duygusu yaratıyor olması. Nasıl oluyor bu? İçeride ölüm kalım, savaş, kılıç, kesmek, gibi kelimeler telavuz edilirken, dışarıya barış, uyum, denge, sevgi ve estetik gibi kavramlar çıkıyor. Arada nasıl bir süzgeç var ki şiddetten barış yaratıyor? İşte o süzgeç aslında Aikido’nun kendisi ama bunun biraz daha anlaşılır hale getirmek için derinlemesine bakarsak karşımıza uke ve nage (tori)ilişkisi çıkıyor.İlişkinin taraflarını basitçe tanıyarak başlayabiliriz sanırım. Bir aikido antremanında saldırıyı yapan kişiye uke, bu saldırı karşısında gerekli tepkiyi gösteren kişiye ise nage veya tori diyoruz. Başka bir deyişle, o havalara uçup yere çakılan sonra kalkıp yine saldıran ve yine çakılan, ısrarla ve inatla kendini yerden yere vuran arkadaşımız uke oluyor. Ayakta karizmatik duruşlarla final hareketini yapan arkadaş ise nage (tori). Ama aslında ne biri kendini yerden yere vuruyor ne de diğeri kameralara oynama çabasında. Uke saldırırken, nage doğru zamanlama ile pozisyonunu değiştirir ve üstün bir pozisyona geçer. Temas gerçekleştiği anda nage avantajlı durumdadır. Uke saniyenin binde birinde durum değerlendirmesi yapar. Aynı anda kendini korumasını ve saldırısını devam ettirmesini sağlayacak hareketi yapar, nage gerekli cevabı üstün pozisyonunu koruyarak ve ukenin dengesini bozarak verir. Uke değerlendirme sonucunda kendini koruyarak saldırmanın yolunu, yeni bir açık noktayı bulamazsa düşüş tekniği uygulayarak zarar görmeden uzaklaşır ve tekrar saldırır. Tüm bunlar bir yada 2 saniye içinde gerçekleşir ve aslında görünen bu olsa da diğer tarafta, görünenin ötesinde çok daha başka birşey gerçekleşir aslında. Uke ve nage arasında gerçekleşen durumu saldırı ve savunma, çatışma ya da savaş şeklinde tanımlamak yerine ilişki dememin en önemli sebeplerinden biri ve belki de aikidoyu diğer sistemlerden farklı kılan en önemli noktalardan biri dokunmaktır. Bir aiki yolcusunun ilk öğrendiği ve hayat boyu geliştirdiği şeydir dokunmak. Karşısındaki kişiyi yani ukeyi, düşman olarak algılayıp en kısa yoldan ekarte etmek için etkili bir vuruş yapmak varken, dokunarak iletişim kurmayı hedefler. Uke vurmak için hareketlendiği anda, nagede ona doğru harekete geçer. Eller ve kollar sert yumruklar atmak için kasılı ve kapalı değil, aikido zihninin bir yansıması olarak, temas kurmak için açık ve rahattır. Duyargalar gibi ileriye uzanır ve ukeye dokunurlar. O andan itibaren her iki beden de birbirlerinden aldıkları sinyalleri anlamaya ve ona karşılık vermeye başlarlar. Böylece söz konusu olan şiddetli bir saldırı dahi olsa ona uyum sağlamak ve saldırıyı anlamsız hale getirmek mümkün olur.Biz, savaş sanatındaki vuruşları amaç olmaktan çıkarıyoruz ve yerlerine dokunmayı koyuyoruz. Vuruşlar varlıklarını ve etkilerini koruyorlar ama yalnızca araç olarak. Bu beni başka bir bağlantıya yönlendiriyor. Dokunmak temel duyularımızdan belki de en az kullandığımız olabilir. Ne işe yarar diye sorsam çoğunuzun aklına sıcak ya da soğuk, yumuşak ya da sert gibi ayrımları anlamak gelir. Bunun dışında iletişim kurmanın yavaş yavaş terk ettiğimiz bir yolu dokunmak. Nedense günümüzün modern ve uygar insanını tedirgin ediyor dokunmak ve dokunulmak. Önceleri el sıkışırken öpüşmek şimdilerde yerini sadece güvenli mesafeden el sıkışmaya bırakıyor. Şöyle bir bakın etrafınıza, anne ve bebeği, iki sıkı dost ya da sevgilinin dışında sarılan insanlar göremezsiniz. Bu dokunmaktan, sarılmaktan çekinmeyen insanlar birbirine güçlü bağlarla bağlanan ve birbirine anlayabilen insanlardır. Diğer tarafta ise günümüz dünyasında anlayışın azaldığından dem vuran, ama kendilerini ifade etmeyi yalnızca sözcükler ve matematiksel değerlere havale etmiş insanlar var. Fiziksel olarak birbirinden uzaklaşan, dokunmaktan çekinen insanların simgeler aracılığıyla iletişim kurmaları elbette zorlaşıyor. Dokunmaktan korkuyoruz, çünkü aynı özün parçaları olduğumuzu idrak etmekten korkuyoruz. “Ben” ve “bana ait”e tutunmanın ve yalnızlığın kolaylığı dururken, mutsuzluk alışkanlığımızı değiştirmek istemezken gerçekten iletişim kurmak da istemiyoruz. Şöyle bir 100 metre mesafede dur, ordan konuş hı hı anlıyorum seni ben. Çağımızın büyük yalanı…
Bir dojoda çalışan insanlara şöyle bir baktığınızda ise bunun tam tersini görürsünüz. Her gün birbirlerini yerden yere vuran bu insanların arasındaki iletişim kelimeleri anlamsız kılar. Bir usta ve öğrencisinin ya da uke ve nagenin bağını birler ve sıfırlarla ifade etmek pek mümkün değildir. Çünkü bu insanlar birbirlerini dokunarak tanırlar, anlarlar ve öğrenirler. Dojoda çalışmaya başladığınız anda tanımadığınız insanlara dokunmaya ve onları anlamaya başlarsınız. İşte bu yüzden dojo olmak bir aile olmaktır deriz ve bu deneyim anlayışımızın ve iletişimimizin perspektifini değiştirir.
Belki de bu anlayış bize aydınlanmanın kapılarını açar.